Eminim aramızda büyük çoğunluğumuz yeni bir öneride bulunduğu zaman, eski köye yeni adetler getirmemesi için uyarılmışızdır. Ya da bu eleştri alacağımız endişesi ile, sıradışı bir çözüm getirmek konusunda kendimizi frenlemişizdir. Ancak ne yazık ki mevcut şartlar artık bunun tam tersini gerektiriyor. Hızla artan rekabetin, küreselleşmenin, teknolojik gelişimin ortasında hayatta kalabilmek 'farklı ve sıradışı' olmakla mümkün. Değişimi takip etmek değil, değişimi yaratmak ön koşul haline gelmiş durumda. Sonuç olarak aynı sorunlara rakiplerimizinden çok daha farklı bir çözümle gelmemiz gerekiyor. Bu gereksinim de 'yaratıcılık' becerisini öne çıkarıyor.
Ancak bu bahsettiğimiz yaratıcılık, 'sanatsal yaratıcılık' dan ziyade 'stratejik yaratıcılık'. Bu yazımızda amacımız, 'stratejik yaratıcılık' konusunu ele almak, aslında içimizde doğarken varolan bu becerimizin önündeki engeller hakkında bir bilinç yaratmak ve bunu nasıl geliştirebileceğimize dair çözümler önermektir.
Peki nedir bu 'stratejik yaratıcılık'? Bu konuda çeşitli disiplinlerde çok farklı tanımlar yapılmışsa da genel kabul gören anlamıyla yaratıcılığı 'zaten varolan ancak aralarında doğrudan ilişki bulunmayan nesne ve kavramlardan, daha önce kimsenin bulamadığı ilişkiler geliştirerek işe yarar farklı bir şey ortaya çıkarmak' olarak özetleyebiliriz.
İlginç olan aslında yaratıcılığın doğarken bizimle birlikte gelen ve büyüdükçe unutturulduğumuz bir becerimiz olması. Bu konuda yapılan araştırmaların çarpıcı sonuçlarına göz atarsak, dümdüz bir dörtgenin ne olduğu konusunda 3-6 yaş arasındaki çocuklardan 200 farklı cevap alınırken, bu sayının yetişkinlerde 4-5'e kadar düştüğünü görebiliriz. Başka bir araştırmada ise yaratıcı düşüncenin 4-5 yaşlarında %98 iken bu oranın 10 yaşlarında %30'a, 15 yaşlarında %12'ye, yetişkinlerde de %2'lere düştüğü tespit edilmiş olduğunu görürüz.
Öyleyse nerede ve nasıl yitirdik bu becerimizi?
Kişiliğimizin temel taşlarını oluşturan ailemiz yaratıcılığımızın da ilk bastırıldığı yer oluyor ne yazık ki. Yaratıcılığımızın törpülenmesi, çocukluğumuzdan itibaren empoze edilen çeşitli kurallarla, onaylanmak güdüsüyle ebeveynlerimizin koyduğu düşünce yapısına uymaya çalışmakla başlıyor. Başka işlerle uğraştığınızda kaç defa anne veya babanızdan dersinizi çalışmanız gerektiği konusunda azar işittiğinizi düşünün. Özellikle çocuklara fazla söz hakkı verilmeyen doğu kültürlerinde bu daha fazla kendini gösteriyor. Ayıpların, yasakların, büyüklerin yanında fazla konuşmamak gibi geleneklerin koşullamaları ile şartlanmaya başlıyoruz.
Buna paralel eğitim sistemi de bu amaca hizmet ediyor. Ezberci ve sınırları daha önceden belirlenmiş müfredata uyum gösterme mecburiyetimiz bir sonraki darbeyi vuruyor yaratıcı düşüncemize. Ortaya kendimizden bir şey koymamızın beklenmesi yerine, yılın sonunda geçmemiz gereken sınavlara kitleniyoruz. Daha da vahimi, bu sınavlarda gelecek sorulara vermeniz gereken 'tek doğru cevaba' şartlanıyoruz.
Bunun daha genişletilmiş çerçevesinde içinde yaşadığımız sosyal çevre giriyor devreye. Toplumsal değerleri, yargıları, düzeni sosyal kabul görmek adına kendimizle farkında olmadan bütünleştiriyoruz. Giyim tarzından, konuşma tarzına, boş vakitlerimizde yaptığımız sosyal faaliyetlere kadar uzanan bir çizgide biz de diğerlerine benzemeye başlıyor ve hatta bize benzemeyenleri yadırgamaya başlıyoruz. Bizim gibi düşünen, bizim gibi konuşan, bizimle aynı konulara ilgi duyan insanlarla birlikte kendimizi daha rahat hissediyor, bu 'konfor alanının' dışına çıkmayı bile düşünmez oluyoruz. Bunun üzerine iş yaşamının getirdiği kurallar yerleşiyor ve çalıştığımız sektörün, kurumun kültürüne uyum gösterme çabasına başlıyoruz.
Sonunda farklı bakış açıları getirecek kaynaklarımızı kurutup, özümüzün ne olduğunu sorgulamaya fırsat kalmadan kendimizi de bu çerceveye sıkıştırmış oluyoruz. Ve artık kısır döngünün içinde yaşamaya başlıyoruz. Farklı düşünmeyi unuttuğumuz için de biz kendi kendimizi engellemeye başlıyoruz. 'Ben böyleyim, ben bunu yapamam, bu işi beceremem'gibi düşünce kalıplarıyla hayatımızı sınırlıyor, potansiyelimizi keşfetmek konusunda risk almaktan korkar oluyoruz. Alışkanlıklarımızdan vazgeçmeye, değişime direnmeye, hata yapmak korkusuyla gelişimimizi engellemeye başlıyoruz.
Sonuç olarak, özümüzde zaten varolan yaratıcılığımızı çok çeşitli sebeplerle unutuyor veya unutturuluyoruz. Dışsal etkenlerle başlayan süreç, bunu içselleştirmemizle daha da ağırlaşıyor.
Yaratıcı düşünce farkında olsak da olmasak da günlük hayatımızın tam içinde aslında. Kıyafetlerimize aksesuar seçerken, hediye alırken, evimizi dekore ederken, patronumuza derdimizi nasıl anlatacağımızı düşünürken, astlarımıza yol gösterirken başvurduğumuz bir becerimiz. Ancak içinde bulunduğumuz koşullar bu rutin yaratıcılıktan daha fazlasını gerektiriyor. Rekabetin son hızıyla arttığı çağımızda, inatçı sorunları aşmak, yenilik getirmek, elimizdeki kıt kaynaklardan maksimum verimi almak ve benzerler arasında farklılaşmak için şimdi tekrar dönüp 'yaratıcılığımız' konusunda nerede kaldığımıza bakmak gerekiyor. Gerçek hayatta tek doğru cevap yok. Çok doğru cevap var ve bu doğru cevaplar içinde bulmamız gereken en işe yarar, en değişik, orijinal ve daha önce keşfedilmemiş olanı...
Yaratıcılığımızı geliştirmek mümkün mü?
Hepimizin aslında sandığımızdan daha yaratıcı olduğumuz önermesi hiç de iddialı değil aslında. Yeterki bunu tekrar keşfetmeye niyetli olalım, geliştirmeye vakit ve emek ayıralım.
Yaratıcılığın nasıl geliştirelebileceği konusunda 1940'lardan beri çalışmalar yapılmakta. Genel olarak bu konuyu kültür, teknik, kişisel gelişim, zihinsel enerji ve eğlence olarak beş başlık altında incelemek mümkün. Bu hafta kültür ve teknikleri ele alıp, takip eden haftalarda diğer konulara değineceğiz.
Kültür
Yaratıcılık uygun ortam ister. Sosyal koşullanmaların yaratıcılığı bastırdığı konusuna değinmiştik. İçinde yaşadığımız ortamı bu koşullandırmalardan arındırdığımız sürece yaratıcılık becerimizin gelişmesini beklemek mümkün. Kendi hatalarımız, ya da başkalarının hataları en önemli öğrenme kaynaklarımızdandır. Dolayısıyla hata yapmaktan korkmak, öğrenme sürecimizi yavaşlatan bir davranış şekli olarak çıkmakda karşımıza. Hataları çok ağır cezalandıran kültürler, yaratıcılığı da öldürecek, gelişmesini engelleyecektir çünkü yeni deneyimler beraberinde hata yapma endişesini de beraberinde getirmektedir.
Kültürlerin hatalarla barışık olması gerekir. Ne yazikki genel uygulama da çok sayıda hata yaptığımızda istemediğimiz sonuçlarla karşılaşırız. Burada sözünü ettiğimiz hataların, bizi büyük zararlara iten hatalar değil, dayanılabilecek hatalar olduğunu da belirtmek gerekir. Hataları, öğrenme sürecinin bir parçası olarak kabul eden organizasyonlar diğerlerine göre çok daha yaratıcı olma imkanını yakalamaktadır.
Kültürler, organizasyonların en tepesindeki yöneticilerin değerleri ile şekillenir. Dolayısıyla bu sürece üst düzey yöneticilerin de katılıyor olması gerekir. Kağıt üzerinde veya lafta kalmayan uygulamalarla, tepe yöneticilerin değişimi yaratmak amacıyla eylem alıyor olması, güven ve iletişim ortamını sağlıyor, ekibin becerilerinin gelişimine de destek olması önem kazanmaktadır.
Yaratıcığı teşvik eden kültürlere örnek olarak Amerikalı perakendeci Nordstrom şirket politikasını iki cümlede özetliyor. 'Her durumda kendi inisiyatifinizi kullanın. Başka bir kuralımız yoktur.' Yaratıcılığın teşvik edildiği kültürlere başka bir örnek de 3M'den gelmektedir. Şirkette sıra dışı bir uygulama mevcut: Çalışanların haftanın yarım gününü ister konularıyla ilgili, isterse bambaşka konularda özgürce kendilerinin tercih ettikleri bir projede çalışmak üzere kişisel zaman kullanabilmeleri. Bu örnekleri genişletmek mümkün ancak yaratıcılığı teşvik eden kültürlerin ortak özelliklerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.
· Yaratıcı düşünceyi performans değerlendirmesi kapsamında sistematik bir biçimde ödüllendirmek
· Yaratıcılığı geliştirmek amaçlı özel faaliyetler organize etmek ve yönetmek
· Sorgulamayı desteklemek
· Farklı düşüncelerin aktarılabilmesi için uygun iletişim sistemi yerleştirmek
· Fikirlerin negatif eleştirilmediği, özgürce ifade edildiği ortamı sağlamak
· Uygulanmayan fikirlerin neden uygulanamayacağına dair bilgi vermek
· Çalışanların önerilerine kulak vermek
· Çalışanlarına inisiyatif vermek ve özgüvenlerini artırmaya çalışmak
· Adil ve demokratik olmak
· Çalışanların yaratıcılığını destekleyecek etkinliklere ve angaryalar ile zaman kaybetmemeleri için yeniliklere kaynak ayırmak
Girişimci adayları ve mevcut şirketlerini geliştirmek isteyen girişimcler, yukarıdaki özellikleri taşıyan bir kurum kültürü yaratmak sizin elinizde. Lütfen buna özen gösterin; faydasını yine siz göreceksiniz...
Teknikler:
Yaratıcılığı geliştiren çok çeşitli tekniklerden bahsetmek mümkün. Problemin niteliğine göre değişiklik arzeden bu teknikler beyin fırtınası, altı düiünce şapkası, NLP (Neuro Linguistic Programming), zihin haritalaması (mind mapping), yatay düşünme metodları, hayal kurma ve rastgele düşünme metodları gibi geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Bu tekniklerle amaç beynin alışmış olduğu düşünce kalıplarını zorlayarak, farklı bağlantılar kurmasına teşvik etmektir.
Tekniklerin genel olarak yaklaşımları dört aşamadan oluşmaktadır. Birincisi gerçek problemin ne olduğunun tespit edilmesidir. Problemin yanlış tanımı, çözümü de geçersiz kılacağı için ilk aşama bu nedenle çok önemlidir. İkinci aşama ise fikir üretimidir. Bu yaratıcılığın en gözle görülür etabıdır. Üçüncü aşama ise üretilen fikirlerin rafine edilerek kısa listenin oluşturulmasıdır. Dördüncü aşama ise bu fikirlerin uygulanmasının hazırlıklarıdır. Bu aşama, uygulamanın kilometre taşlarının belirlenmesi ve karşısına çıkacak engellerin öngörülmesini içermektedir.
Bu tekniklerle ilgili bir çok kitap ve eğitim programları mevcuttur. İsterseniz bunlardan faydalanarak, kurum içinde bunları çeşitli amaçlarla kullanabilir, çalışma sisteminizin bir parçası haline getirebilirsiniz. Tabiki çoğu teknik gibi bu teknikler de pratik yaptıkca yerleşecek ve etkisini zamanla gösterecektir. O nedenle zaman ayırmak ve denemeye devam etmek faydalı olacaktır.
Kişisel Gelişim
Beynimiz en önemli organımız olmakla beraber en gizemlisi olmaya devam etmektedir. Hepimizin beyin kapasitemizin çok düşük bir oranını kullanmakta olduğumuzu, çok çeşitli araştırmalar tarafından tespit edildiğini duymuşuzdur mutlaka. Daha çarpıcı olanı, şimdiye kadar iddia edilen en yüksek oranın %15 olması. En kaba anlatımla, en az altı kat daha fazla kullanabileceğimiz beynimiz, sinerji etkisini de göz önünde bulundurduğumuzda muziceler oluşturabilecek potansiyelde.
Beynin anatomik olarak ana iki kısımdan (sağ ve sol loblar) oluştuğu, her beceri için ayrı bölümün kullanıldığı tezi en çok kabul görmüş tezlerden biri. Bilinç ve bilinçaltı düzeylerin varolduğu da bir çok araştırmanın temelini oluşturmaktadır. Hangi tezleri baz alırsak alalım, bir gerçek varki yaklaşık 11-17 yıllık eğitim hayatımızın daha çok, mantık, analiz, rakamlar, kelime hazinesi, lineer sıralamalar gibi 'sol beyin' fonksiyonlarının gelişimini desteklerken, 'sağ beyin' fonksiyonları olan ritim, hayal gücü, çok boyutlu düşünme, renkler, semboller ve sentez işlevlerini ihmal ettiğini söylemek haksızlık olmayacaktır.
Beynin üç bölümü yaratıcılık için önemlidir;
· Bilgiyi toplamak
· Hazıfada tutmak
· Bunlardan farklı bağlantılar kurmak
Ümit verici olan bunların üçünün de geliştirilebilecek beceriler olmasıdır. Bilginin verinin işlenmiş, kullanılabilir hali olduğu tanımını yapmak şu aşamada faydalı olacaktır. İletişim çağı sonucu çeşitli kaynaklardan sürekli akan bilgiyi doğrulamak, rafine etmek, kategorize etmek, yapılandırmak başka bir deyişle 'bilgi yönetimi' günümüzün en gerekli yöntemlerinden biri olmuştur. Bu disiplinde teknik becerileri geliştirmek mümkündür.
Hafıza karşımıza uzun hafıza ve kısa zamanlı hafıza olarak iki türüyle çıkmaktadır. Kısa zamanlı hafıza daha sınırlıyken, uzun zamanlı hafızanın sınırları belirsizdir. Beynimizde hatırlamak istediğimiz her bilgiye yer vardır. Beynimiz verileri hafızaya alırken görüntülü teknikten faydalanır. Başka bir deyişle birinin ismini kaydederken o kişiyle ilgili görüntülerle birlikte kaydeder. Böylece ismi hatırlamaya çalışırken önce görüntü gelir, sonra isim. O nedenledir ki isimleri akılda tutmak telefon numaralarını akılda tutmaktan daha kolaydır. Uzun zamanlı hafızayı genişletmek için, işte beynin bu özelliğinden yola çıkarak birçok metod geliştirilmiştir. Bilinçaltı veri tabanımızın bilince göre 10 milyon kat daha fazla olduğu tezlerinden yola çıkarak, bu potansiyelimizi azımsamamak gerekir.
Farklı bağlantılar kurabilmek için beynimizin sağ lobuna atfedilen işlevleri çalıştıracak etkinliklere vakit ayırmak, soyut kavramlarla çalışabilmek için sentezleme, çok boyutlu imgeleme, sembollerle, yatay düşünme becerisini kullanmayı öğrenmekde fayda vardır.
Teknik yöntemler dışında günlük hayatımızda beynimizi farklı çalıştırmak için neler yapalım?
· Gözlemleyelim. Çevremizde değişik bulduğumuz herkese ve herşeye biraz zaman ayıralım. Farklı insanlarla vakit geçirelim. Değişik tiplerde sosyal gruplar oluşturalım. Herkesin anlatacak mutlaka bir hikayesi vardır. Önyargısız dinleyelim. İnsanların nelerden ilham aldıklarını anlayalım. Özellikle çocuklarla vakit geçirelim, onların hayal dünyasında neler olduğunu anlamaya çalışalım. Onların hayal gücünü zorlayalım. Polaroid fotograf makinasının bir çocuğun hayal dünyasından çıktığını biliyor musunuz?
· Farklı disiplinlere ilgi duyalım. Değişik konularda okuyalım, dinleyelim. Her ay ya da hafta bambaşka konularda bir dergi, gazete vs alalım. Yaratıcılık dahisi Leonardo da Vinci'nin dokuz ayrı disiplinde uzmanlık alanı olduğunu unutmayalım.
· Meraklı olalım. Gutenberg'in matbaa makinasını üzüm ezme ve mürekkep makinasını incelerken keşfettiğini, Descartes'in analitik geometrinin temellerini duvarda yürüyen sineği gözlemlerken oluşturduğunu unutmayalım. Neden ve nasıl sorusunu heryere taşıyalım. Neden sonuç ilişkilerine kafa yoralım.
· Sanata ve kültürel faaliyetlere önem verelim. Değişik sanat dallarına ilgi duyalım. Bu konularla ilgili arkadaş grupları oluşturalım. Birlikte veya yalnız sergileri, tarihi yerleri dolaşalım. Tiyatro, gösteri, sinema ve konserlere gidelim. Dünyanın dört bir yanından gelen sentezlere tanık olalım. Hem keyif verecek hem dinlendirecek bu faaliyetler bilinçaltımızı canlandıracak, beynimizin tam anlamıyla kullanamadığımız sağ tarafını uyaracaktır. Çağrışımlar bilinçaltımızı hareketlendirecek, unuttuğumuz düşünce ve duyguların yüzeye çıkmasına katkıda bulunacaktır.
· Müziğe vakit ayıralım. Özellikle hayal gücümüzü canlandıracak dinlendirici, sakinleştirici, pozitif duyguları harekete geçiren enstrümantal caz, new age ya da klasik müzikleri dinleyelim. Farklı özgün müziklerden bir repertuar yapalım.
· Hayal kuralım. 'Hayalperest olma gene' diyenlere kulak asmayalım. Gün içinde gözlerimizi kapatalım, olmak istediğimiz, gitmek istediğimiz yerleri imgeleyelim. Olmayacak absürd şeyler hayal edelim. Leodardo da Vinci'nin helikopter taslağını bundan tam 500 yıl önce çizdiğini hatırlayalım.
Bakalım bunları yapınca siz neler keşfedeceksiniz?
Zihinsel Enerji
Yaratıcılığımız zihinsel enerjimize bağımlı olarak çalışır. Zihinsel enerjimizin işlevi ise dış ve iç etkenlere bağlıdır. Beyin baskı altında daha önce kullandığı yöntemlere başvurur. Bu nedenle beynimizde farklı yolları ortaya çıkarmak için ideal ortam stresin olmadığı ve rahat düşünebildiğimiz ortamlardır. Stres altında beynin salgıladığı kimyasallar endişe, korku gibi olumsuz düşünceleri de beraberinde getirmektedir. Bu nedenledir ki, yaratıcı fikirler daha çok gevşediğimiz, kafamızın dingin olduğu rahat ortamlarda gelmektedir. Neden ilginç fikirler duş yaparken, yürüyüş yaparken, araba kullanırken ya da bambaşka bir işle uğraşırken gelir, hiç düşündük mü acaba?
Günlük iş ortamından uzaklaşmak zihinsel enerjiyi kuvvetlendirecektir. O nedenle yaratıcı fikir seansları yapacağınız yeri ve zamanı, fiziksel ortam faktörünü de göz önünde bulundurarak seçmenizde fayda olacaktır.
Bu amaçla günlük hayatımıza hangi değer ve davranışları yerleştirebiliriz?
· Doğa ile teması bırakmalayım. Araştırmalar güneş ışığının beynimize uyarıcı etkisi olduğu ve tam spektrum ışığının enerji seviyemizi yükselttiğini göstermektedir. Oksijenin ise beynin önemli gıdalarından biri olduğunu ve toprakla uğraşmanın negatif enerjiyi aldığını hepimiz zaten bilmekteyiz.
· Fiziksel aktivite ve sporla uğraşalım. En değerli hazinemiz olarak sağlığımıza ve dolayısıyla vücudumuza dikkat edelim.
· Düşünce kalıplarımızı anlamaya çalışalım. Kendi farkındalığımızı artıralım. Zayıf ve kuvvetli yönlerimizi, stres ve mutluluk kaynaklarımızı keşfedelim. Duygusal zekamızı geliştirelim. Böylece negatif etkileri minimize edelim.
· İstikrarlı ve sebatlı olalım. Edison'un ampülü bulana kadar 1093 farklı deney yaptığını, Beatles'in on ayrı plak şirketi tarafından reddedildiğini, Guiseppe Verdi'nin müzik okulundan atılmış olduğunu biliyor musunuz?
· Not defterimizi yanımızdan ayırmayalım. Hafızamızı kuvvetlendirmek, yada aklımıza gelen veya ilgimizi çeken bir konuyu unutmamak için elimizin altında küşük bir defter bulunduralım ve sık sık bunu okuyalım.
Bakalım bu hafta kaç tane yeni fikir bulacaksınız?
Takımlarda Zihinsel Enerji
Takım çalışması, takım iyi yönetildiği ve ilişkilerin uyumlu ve ahenkli olduğu durumlarda yaratıcılığın gelişmesi için en uygun ortamdır. Bunun için takımların dinamiğini çok iyi kontrol etmek gerekir. Takım elemanlarının sinerji oluşturması beklenirken, farklı düşünce yapılarından dolayı çıkabilecek potansiyel gerilimlere dikkat etmek gerekir. Ya da daha baskın karakterli bir bireyin, düşünce kalıplarını kontrol etmeye başlaması grubun yaratıcılığının sonu olabilir. Unutmayalım ki en fazla 40-45 dakika sonra beynin konsantrasyonu zayıflayacak, kişilerin yaratıcılık potansiyeli de düşecektir.
Bu nedenle takımın dikkatini ve enerjisini yüksek tutmak gerekecektir. Toplantıları yaratıcılığı geliştirecek tekniklerle eğlenceli kişisel gelişim faaliyetleri haline getirelim. Grup enerjisini yükseltmek için toplantının içine grubun gevşemesi ve birbirine daha yakın hissetmesini amaçlayan eğlendirici küçük aktiviteler koymakda fayda olacaktır. Bu nedenlerdendir ki takım lideri veya 'facilitator' görevini üstlenen kişinin fonksiyonu önemlidir.
Eğlence
'Eğer iş yeri eğlenceli ise, dalga geçiliyordur.' 'Eğlenerek işi ciddiye alamazsınız' gibi düşünceler artık demode olmuş durumda. Görüntü olarak güven uyandırmak amacıyla üçüncü sahışlara karşı bazı mesleklerde ciddiyeti korumakda hala fayda olsa da, işin mutfağındaki eğlenceli ortam, yaratıcılığın en önemli dostlarından biridir. Hem beynin daha rahat çalışmasına destek verecek, hem de çözüm aranan problemlere daha olumlu yaklaşımı sağlayacaktır. İnsan hayatını ilgilendiren en önemli mesleklerden biri olmasına rağmen esprili ve eğlenceli bir doktorun en ciddi hastalığımızda bile bizi nasıl rahatlattığını düşünelim, ya da şakacı bir patrona fikirlerimizi nasıl daha rahat ileteceğimizi...
Eğlenerek yaptığımız işlere kalbimizi ve bütün beynimizi koymak için çok daha istekli ve çok daha motive olarak sarılırız. Bu nedenle mizah ve eğlenceye vakit ayıralım. Gün içinde anlatacak en az bir komik hikayemiz ya da fıkramız olsun. Başımızdan geçen komik olayları unutmamak için not edelim. Komik arkadaşlarımızla daha fazla vakit geçirelim. Komedi filmlerine gidip, karikatür kitapları alalım. Gülerken salgılanan kimyasallar yaratıcı düşünmemize faydalı olacaktır.
Sonuç olarak yaratıcılığımızı geliştirebilir, hem de bu süreci çok eğlenceli bir hale getirebiliriz. Yeterki yaratıcılığımızı nasıl bastırdığımızın bilincinde olalım, geliştirmek için planlı ve sabırlı bir şekilde çalışalım.
İçinizdeki gizli hazineyi çıkarmak sizin elinizde!
Demet Uyar
|